Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde huzurun egemen olduğu bir ülke varmış. Bu ülkede değişik etnik yapılara sahip insanlar kardeşçe yaşarmış. Ülke sakinlerinin en büyük zenginliği gönül zenginlikleri ile insani vasıflarıymış.
İnsanlar yardım ve iyilik konusunda rekabet ederlermiş, bilirlermiş ki bu yarışta kazançlı olmak onları her iki cihanda da mutlu edermiş. O’nu hoşnut edebildikleri ölçüde hoşnut olurlarmış birbirlerinden de.
Ülkelerinin maruz kaldığı her sıkınıtda el ele verip , tek yürek olurlarmış.Kardeşlik bağının gücü onların her engeli aşmasını sağlarmış. Gel zaman git zaman başka ülkeler kıskanmış bu birlikteliği, fitne sokmuşlar halkın arasına.
Kalp muhabbet için yaratıldığından daha ilk fitne tohumunda binlerce boşluk oluşmuş içinde. Her boşluktan sızmış fitne tohumları, kalpleri kaplamış.
Alet olmuş kalpler O’nun hoşnutluğundan uzak olanların oyunlarına. Huzurun egemen olduğu topraklarda kardeş kanı dökülmüş. Gencecik delikanlıların ateşi düşümüş nice ocaklara. Düşen her ateş öfkeleri çoğaltmış, acıları tazelemiş ve her acı da O’nun hoşnutluğundan uzak olanların zaferi olmuş.
Sihirli bir değeneğim olsa, onunla tek bir dilek tutma hakkım olsa ne göçü silerdim hayatımdan ne de içimdeki kanayan yarayı iyileştirmek dilerdim. Tek bir dilek tutardım ben;
Dinsin bu acı… Aydınlansın tüm yürekler. Her sabah aynı güneşin uyandırdığı ve her sabah aynı bayrak altında gözlerini açan insanlar kardeşçe yaşasın.
Kardeş kardeşin yüreğine ateş düşürmesin, öfkeyle bakmasın hiç bir yüz diğerine.
Anneler huzur içinde dalabilsin uykuya…
Güneş ışınların utanmadan göndersin topraklarımıza.
”Şehitleri ölüler sanmayın; O’nlar Rab’ları katında diridirler ve rızıklanırlar…”
Al-i İmran(169)
Başörtüsü meselesi varsa Kürt meselesi de vardır. “Başörtüsü meselesi diye bir mesele yoktur…” diyenler meseleye kendi açılarından bakıyorlar; gerçekte onlara göre mesele yoktur; çünkü yasaklanmış ve mesele sona ermiştir. Gelin bunu bir de yasağın mağdurlarına sorun! Bu ülkede Kürt isimli bir etnik gurubun varlığını bile inkar edenler vardır. Varlığını inkar etmeyenlerin bir kısmına göre de “Kürt vardır, ama Kürt meselesi yoktur, PKK bir terör örgütüdür ve bu örgütün yok edilmesi ile mesele de kapanır.” Peki, gerçekte olan ve olmayan nedir? Kürt isimli bir etnik gurup; bunların dilleri, kendilerine mahsus örf ve adetleri, korumaya özen gösterdikleri özel değerleri, belli bölgelerde yoğunlaşmış olanların maddi talepleri ve bütün bunların oluşturduğu bir “Kürt meselesi” vardır.
PKK çoğunlukla Kürtlerden oluşuyor, ama içlerinde Araplar, Ermeniler gibi dini ve kavmi farklı/yabancı olanlar da vardır. PKK Kürtlerin meşru taleplerine sahip çıkmakta, bunları istismar etmekte, silahlı mücadele yoluyla, belli bir bölgede, Marksist ve laik bir Kürt siyasi ve sosyal yapısı kurmayı hedeflemektedir. Doğu’da ve Güneydoğu’da daha yoğun olarak yerleşmiş bulunan Kürt kardeşlerimizin büyük çoğunluğu Müslüman ve dindardır. Bunların bilerek PKK’ya destek vermeleri mümkün değildir. Destek olarak değerlendirilen katılımlar ve yardımların birden fazla sebebi vardır. Korku, tehdit, meşru talepler karşısındaki vurdumduymazlık, PKK’nın ideolojisi ve amacı konusundaki yanlış bilgi ve telkinler, terörle mücadele eden devlet güçlerinin yanlış hareketleri, bölge halkının ihtiyaçlarına yönelik ihmaller bunlar arasında ilk akla gelenlerdir.
PKK’yı tabansız bırakmanın, etkisiz kılmanın önemli yollarından biri, teröre bulaşmamış Kürt topluluğunun meşru taleplerine müspet cevap vererek onları devletin yanına almaktır. Bu meşru talepler seküler hukuk yanında din yönünden de meşrudur. Din yönünden baktığımızda: Bir topluluğun, ümmet içinde yer alan bir etnik grubun farklı bir dili varsa bu dili kullanmak, korumak, gelecek nesillere aktarmak onların hakkıdır. Yaşadıkları bölgede bazı mahrumiyetler ve maddi ihtiyaçlar varsa bunları karşılamak, gücü ölçüsünde ümmetin ve devletin vazifesidir. Hukuk, insanlık değeri, sosyal statü bakımından bütün ırk ve renkleriyle Müslümanlar birbirine eşittir. Kimlik olarak “Müslüman Türk”, “Müslüman Kürt”, “Müslüman Gürcü…” olmak ve aynı zamanda “İslam Ümmeti, Osmanlı, TC vatandaşlığı” gibi bir bütünün parçası olmak mümkündür. Batı’da ve Orta’da yaşayan din alimleri ve münevverlerin, Doğu’da yaşayanlarla sıkı bir diyaloga girmeleri, fikir alış verişinde bulunmaları, ortak çözüm için çalışmaları “çözüm”e önemli katkılar sağlayacaktır. Tük olmayana, kendini Türk hissetmeyene zorla Türk demek yerine -eğer bunlar Müslüman ise- “din kardeşi, hepimiz Müslümanız” demek, birlik ve dirlik için daha uygundur.
Prof. Dr. Hayrettin KARAMAN